amitie

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

education


    SÜLEYMAN HİLMİ TUNAHAN (K.S.) EFENDİ HAZRETLERİNİN Bir Üniversite Talebesine Nasihatları

    Admin
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 263
    Kayıt tarihi : 18/01/09

    SÜLEYMAN HİLMİ TUNAHAN (K.S.) EFENDİ HAZRETLERİNİN Bir Üniversite Talebesine Nasihatları  Empty SÜLEYMAN HİLMİ TUNAHAN (K.S.) EFENDİ HAZRETLERİNİN Bir Üniversite Talebesine Nasihatları

    Mesaj  Admin Paz Mart 06, 2016 6:35 pm

    SÜLEYMAN HİLMİ TUNAHAN (K.S.) EFENDİ HAZRETLERİNİN
    Bir Üniversite Talebesine Nasihatları
    Allah yolunda ol, dosdoğru ol, verdiğin sözün eri ol. Evladım, ağzın laf ediyorsa dilinle doğru ol, sözünle doğru ol. Sana inanan kişilere karşı sözünden cayma. Eğer sözünü tutarsan "söz" olur ve seni cennete götürür, tutmazsan "köz" olur.
    Elinle doğru ol. Kolunu, muzırda değil yardım işinde kullan. Tartıy
    la iş yapıyorsan terazinde, ölçüyle iş yapıyorsan metrende ve litrende doğru ol. Doğrunun doğruluğu bütün sülalesine akseder, hepsini hayra götürür.
    İnsanları sev ve kimseyi kendinden alçak görme. Tevazu sahibi ol, zira en halis ziynet alçakgönüllülüktür. Mütevazi olan kimse, en güzel ziyneti takınmıştır. Kimseyi kendinden aşağı görme. Hayatta haset etmeden say, kıskanmadan sev. Bazı insanlar, başkasındakini istemez. Öyle olma. Gıpta et, fakat haset etme. Zira Allah’ın huzuruna fesatla çıkılmaz.
    Memur olduğun zaman, sana gelen vatandaşlara sakın yüksekten bakma, yanına geleni ayakta bekletme. Yanında, daima bir sandalye bulundur ve oturtuver. Biraz dinlendirdikten sonra halini sor, işini hallet. Sakın ha "bugün git yarın gel" deme! İşini, o gün bitir. Eğer öyle yapmazsan on parmağım yakanda olacaktır. Eğer memursan ve başında müdürün varsa, haset etmeden say, kıskanmadan sev.
    İnsanlar muhteliftir. Bazısı daha kabiliyetli, bazısı daha yakışıklıdır. "Ben niye onun yerinde olmayayım" deme, elindekinden olursun. "Allah bana bir verirse, arkadaşıma, komşuma iki versin" diye düşünürsen, seninki üç olur. Eğer arkadaşın veya komşun böyle düşünmüyorsa, onunki ikide kalır.
    Senden daha iyi hizmet edecek olan varsa, makamını ona ver. İşte vatanperverlik budur.
    Çalışkan ol, üretici ol. Zira Peygameber Efendimiz "Çalışmak ibadettir" buyuruyor. Evladım, alınteri olmadan hiçbirşeyin kıymeti bilinmez. Tarlanı ek, mahsülünü al, komşuna ver, ağaç dik… Sadaka-i cariye, iyi evlat yetiştirmek, ilmi eser bırakmak ve ağaç dikmektir ki, ağaç dikmek en efdalidir. Bunun için biz, heykel dikmeyeceğiz, yeşil ağaç, yeşil âbide dikeceğiz.
    Bir dut ağacı 400 sene, ceviz ağacı 700 sene, kestane ağacı 900 sene, çınar ağacı 1500 sene yaşar. Ihlamur ağacı dik, çiçeği şifalıdır.
    Bursa’da Osman Gazi’nin ve Orhan Gazi’nin diktiği bin senelik çınarlar var. Ben bekarken, her sene bir ağaç dikerdim. Şimdi evliyim ve yengen için de her sene bir ağaç dikiyorum.
    Bildiğini öğret, temiz ol ve temizliğinle örnek ol. Münevver kişi, münevvir kişi demektir. Öyleleri var ki, üç fakülte bitirir de, hasedinden, kıskançlığından (dolayı) hiçbirşey öğretmez. Gerçek münevver, bildiğini yapan ve öğreten kişidir.
    Temizlik, ibadettir ve imanın yarısıdır. Eğer sokakta birisi hata yapmışsa (yola pislik yapmışsa) sen, onu ayağının ucu ile örtüver…
    Günde en az iki kişiye iyilik et, gönlünü al. Çünkü cennetin yolu, gönül almaktan geçer. Gönül almak, Cennetin Firdevs kapısını açmaktır. Bu beş maddenin en kolayı, fakat en "içten geleni" de budur. Bir gönül kazanmak, 40 vakit namaza bedeldir. Bir gönül kırmak ise, 40 vakit namazın sevabını kaybettirir. Ben sabahları kalkarken, "Ey Allah’ım, bana, bugün bir kişiye iyilik yapmak nasip eyle" diye dua ederim.
    Evden çıktığında veya eve dönerken karşından gelen ilk kişiye selam ver. Onun vermesini beklersen olmaz, evvela sen ver. İşte o zaman, o da sana karşılığını verecektir. Veren el, alan elden, sunan gönül, alan gönülden azizdir…



    VEFATINDAN SONRA
    Efendi Hazretleri'nin mânevî vazifesi ve irşad salâhiyeti, tamamiyle ve kemâliyle devam etmektedir. Bunu tasavvufî ta'birle ifâde edersek; tasarrufu mânen devam etmektedir.
    Nitekim bağlıları, 1959'dan beri onun himmet ve teveccühleriyle hiç bir yanlışa ve sapmaya meydan vermeden "Ehl-i sünnet" çizgisinde hizmetlerini sürdürmektedirler. Bu yolla, dünyanın her yanında dînî hizmetler gün be gün inkişaf edip yayılmaktadır.
    Bu istikrarlı hizmette onun çizdiği düsturlar çok mühimdir. Bir gün talebelerine :
    —"Bu vazifeleri siz devam ettireceksiniz. Buna mecbursunuz. Bunu yapmadığınız takdirde şu 10 parmağımı mahşerde yakanızda bulacaksınız. En nâmüsait zamanlarda dahi talebe okutmaya devam edeceksiniz. Dağ başında olsanız, elinize bir kişi dahi geçse ona Kur'an'ı ve dini öğreteceksiniz..."
    Onun hedefi, Kur'an ilimlerini öğretmek ve yaymanın yanında, Kur'an'ın hükümlerini de yaşatmaktı. Hayata taalluk eden hususları öğrenmekle kalmayıp, aynı zamanda harfiyyen tatbik edilmesini de isterdi. Kendisi, bizzat yaşayarak, Resülüllahın sünnetine uygun bir hayatın nasıl olması gerektiğini, talebelerine gösterir, sadece " kâl" yani söz yoluyla değil, "hâl" yani şayarak irşadda bulunmalarını ister ve tenbihlerdi. Ders için zaman ve mekân seçmezdi. Ders yeri ne kadar uzak olursa olsun, dersini aksatmazdı. Kısıklı'dan topçular'a 4 ayrı vasıtayla ulaşabilmesine rağmen hiç yüksünmeden gidip gelirdi. Günün 24 saatinin uyku ve ihtiyaçları dışındaki bütün vakitlerini bu uğurda harcar hatta az uyumalarına rağmen "Allah bizi az uykuyla kandırsa da, keşke daha çok ders okusak" diyerek, günün tamamını değerlendirmek isterdi.
    ÇOK SÜR'ATLİ BİR EĞİTİM
    Efendi Hazretleri (k.s.), dinî eğitim ve tedrisata muazzam bir sür'at kazandırmıştır. Eskiden 10-15 yıl süren tedrisatı, Cenâb-ı Hakk'ın lütfuyla, 2-3 seneye sığdırmıştır.
    Hayattayken basılmış tek eseri "Kur'an Harf ve Harekeleri" isimli küçük elif-ba cüzüdür. Bu kiymetli eserle, Kur'an-ı Kerim'i öğrenmek, aylardan günlere, hatta saatlere inmişti.
    —"Şimdi sürat zamanıdır, tahsili uzatma zamanı değildir" buyururdu.
    DERS OKUTMA METODU
    Bir müddet okuttuğu talebelerini, Anadolu'nun muhtelif yerlerine gönderir, va'z u nasihatler ettirir, oradaki müslümanlara Kur'an öğretmelerini tenbih ederdi. Vazifesini tamamlayıp gelenlere, okumadıkları kitapları okutarak, tedrisatlarını tamamlardı. Onun talebeleri bir taraftan ilim tahsil ederken, diğer taraftan da Ümmeti Muhammed'in evladına öğretirlerdi. O ve talebelerinde "hizmette emeklilik yoktu". Peygamber Efendimizin, beşikten mezara kadar ilim tahsil etme düsturunu bizzat uygular ve talebelerine de uygulatırdı. Medresedeki, hocanın ibareyi okuyup mâna vermesi ve talebelerin dinlemesine dayalı öğretim metodu yerine, talebelerin önceden çalışarak ibâreyi okuma, manâ verme ve anlatmasına, hocanın da onların eksiklerini tamamlamasına dayalı yeni bir metodla tedrisat yapardı. İbareyi, ders halkasında bulunan bütün talebelere sırasıyla okuttuğundan, talebelerin dikkatini kitaba ve derse yoğunlaştırırdı. İbareyi okuyan talebeye;
    —"Harf-i cer'e dikkat et, zamiri atlama" gibi ip uçları verdikten sonra okutur ve onların yaptığı küçük hataları görmezden gelirdi. İbârenin bütününü ve anlatılmak isteneni anlayabilmişlerse, telaffuz ve iğrab hatalarına kızmaz:
    —"Dumanı doğru çıksın yeter" diye onları teşvik ederek ezbercilik yerine dersin özünü kavramalarına önem verirdi. Meseleleri izah ederken kaynak gösterir, delilsiz hüküm vermezdi.
    Medreselerdeki 15-20 senelik tahsili 2-3 seneye sığdırması, sadece ilmî bir metodla olacak şey değildi. Her türlü ağır şartlar altında böyle bir başarı, ancak, Cenâb-ı Hakk'ın ona bir lütfu ve Vâris-i Nebî olmanın bir keremidir.
    TALEBEYİ ÇOK SEVERDİ
    Talebelerini çok severdi. İlim öğrenme ve talebe sevgisi onda aşk derecesindeydi. Her talebenin maddi mânevî rahatsızlıklarıyla ilgilenir incinmemeleri, örselenmemeleri için elinden gelen gayreti gösterirdi. Birisi biraz rahatsızlanacak olsa kendisi bizzat doktora götürür, ilaçlarını yaptırır, tedavileriyle uğraşırdı. Aslâ talebe seçmezdi. Talebelerin arasında zengin-fakir zeki - kıt anlayışlı ayrımı yapmaz, hepsiyle ilgilenirdi.
    —"Evinin yolunu bulabilsin yeter; Allah'ın izniyle okuturuz". derdi. Talebelerinin çekingenliklerini, korkularını, onlara sevgisini hissettirerek yenerdi. 10-12 yaşlarındaki çocukları, minberlere, kürsülere çıkarır; milletin dedikodusuna ve her türlü baskıya sabretmelerini telkin ederdi. Kendisine ve talebelerine yapılan bu baskılar karşısında:
    — "Elhamdülillah! Bu çektiğimiz sıkıntılar, Resülüllah Efendimizin yolunda olduğumuzun delîlidir" buyururlardı.
    O zamanın bazı hocaları iki üç senede adam yetiştirmesine bir türlü akıl erdiremezlerdi. Hele 1 saatte, Kur'an-ı Kerimi okuma kaidelerinin tamâmını öğretip, Kur'an okutmaya başlamasına hiç akıl erdiremiyorlardı. Bazı haset odakları, canlı eserleri boy boy, Camii kürsülerinde vaaz ederken, namaz kıldırırken, müftülük yaparken gördüler, fakat inanmadılar. İmtihan ettiler. Sarf', Nahiv, Fıkıh, Kelâm, Ferâiz, Hadis ve Tefsir'den sorulan sorulara eksiksiz cevaplar alınca, bazı insaf sahipleri takdirle karşılarken, çoğu da hasedinden işi düşmanlığa kadar götürdüler.
    İSTANBUL EFENDİSİ
    Dersleri hiç sıkıcı olmazdı. Uzun derslerin aralarında bazan hatıralarını bazan da hikmetli hikâyeler anlatarak talebeleri rahatlatır, dersten soğumamalarını sağlardı. Talebelerinin din ilimleri sahalarında yetişmelerini arzu ettikleri kadar, dünya işlerine de vâkıf olmalarını arzu buyururlardı. Talebelerine sadece ilim öğretmekle kalmaz, onları her yönden eğitirdi. Onun tedrisatından geçen talebeler, hâl, konuşma ve giyimleriyle tam bir beyefendi olurlardı.
    —"Benim evlatlarım, çarıklarını sürüye sürüye gelirler, birer İstanbul Efendisi olarak dönerler" buyurur ve bunu da kelimenin tam manasıyla gerçekleştirirlerdi.
    Gerçek bir beyefendi, bir İstanbul efendisiydi. Tertemiz ve sade giyinişiyle, davranışlarıyla, vakarıyla, kendisini uzaktan tanıyan ve hatta tanımayıp ilk defa görenlere dahi, bir hürmet ve ta'zim hissi uyandırırdı.
    İstanbul'un işgali sırasında, karşıya geçmek üzere bir vapura binmiş ve vapurun dolu olması sebebiyle ayakta kalmıştı. Yukarıdan, kaptan köşkünden kendisini gören gayri müslim kaptan, haber göndererek, yukarı gelmelerini istemiş ve:
    —"Siz ayakta kalacak insan değilsiniz, buyurun buraya oturabilirsiniz" diyerek, kaptan köşkünde oturacak yer göstermiş ve uğurlarken de:
    —"Bu vapura her bindiğiniz de, gelip buraya oturabilirsiniz" diye eklemişti..
    Kendisini sevenler ve hürmet gösterenler bir yana, kendisine sıkıntı verenlere bile tebessüm ve muhabbetle yaklaşır, mümkün olduğunca gönüllerini alırdı. Evini aramaya gelen polis memurlarına kahve ikram etmesi ve ev halkının garipsemelerine karşı da:
    —"Onlar memurdurlar, vazifelerini yapıyorlar, yorulmuşlardır" diye karşılık vermesi, bunun en güzel misallerindendir.
    Bir Ramazan ayında, iftar öncesinde, evinin karşısındaki kahvede oturan ve kendisini takiple vazifeli sivil polis memuruna giderek :
    —"Oğlum, sen oruçlusun, akşam da yaklaştı, benim arkamdan gel de, bizde iftar edelim. Daha sonra vazifene devam edersin" deyip evine davet etmesi, polis memurunu son derece şaşırtmış ve duygulandırmıştı.
    Bu güzel hareketin neticesidir ki, daha sonra bu polis memuru da onun hizmet halkası arasına katılmışlardır.
    İnsanlara ve bilhassa talebelerine karşı son derece nazik ve müşfikti. Okumak talebiyle Anadolu'dan gelen gençleri biraz bekletmiş ve yanlarına geldiğinde de:
    —"Evlâdım, terli idim, o yüzden geciktim, özür dilerim" diye gecikme sebebini söyliyerek nezâketini ortaya koymuştur.
    Ölçülü ve zekice olmak şartıyla lâtifeyi sever, zaman zaman talebeleri ve ehl-i beytiyle lâtifeleşir, şakalaşırdı.
    Hayattaki zorlukları tebessümle karşılamasını bilirdi. Dini tedrisatın yasak olması yüzünden, Çatalca'da Kabakça'nın Kuşkaya mevkiinde, kovuklarda talebe okutmaya başlamıştı. Fakat, "idare" bir türlü yakasını bırakmıyordu. Kendisini sürekli tâciz ederek, her gittiği yerde bulan ve karakola sevk eden astsubay, orada da talebelerine ders okuturken bulmuştu. O ise, bu tatsız hadiseyle talebelerinin şevkinin kırılmasını önlemek ve durumun ne derece acı olduğunu ifâde edebilmek için, astsubaya bakmış, gülümsemiş ve:
    —"Evladım, sen tazı olsan, dağda tavşan bırakmayacakmışsın" demişti.
    İnsanın sabrını taşıracak hadiseler karşısında bile sakin bir şekilde geçiştirir, karşısındakine koz olacak tavırları asla sergilemezdi. En olumsuz şartlarda bile ye'se=ümitsizliğe düşmez, pes etmeden kararlılığını devam ettirirdi.
    Gayeye vâsıl olmak için her türlü çileye göğüs gerer, aslâ makam ve mevki hırsı taşımazdı.
    —"Hizmet muvaffak olsun da varsın bizim yerimiz caminin pabuçluğu olsun" derdi.
    Peygamber Efendimizin örnek hayatını tam manasıyla yaşardı. Resûlullah (s.a.v.) Efendimize bağlılığı ve O'nun sünnet-i seniyyesine te-b'ıyyeti, tarif edilemiyecek kadar fevkalâdeydi. Resûlullah'ın sünnetlerini normal ibâdetlerde yerine getirdiği gibi, nafile ibâdetlere de çok dikkat ederdi. Her gece teheccüt namazına mutlaka kalkardı. Buna ilâveten duha ve evvâbin namazlarını da geçirmezlerdi. Sabah namazından önce ve sonra Evrâd-ı Bahâiyye ve Evrâd-ı Fethiye'yi okurlardı...
    MÜBAREK SÖZLERİNDEN... İLİM VE İBADET
    — Oğlum ilimsiz ibadetin tadı olmaz. Tek kanatlı kuş uçmaz. İnsanların dünyaya dalıp, istikbâl sevdasına düştükleri şu günde, Mevla'nın ilmini okuyacağız. O, insana iki cihanda izzet ve şeref veren âlî bir iştir. İhlas ve samimiyetle Allah ve Rasulüne yönelen, gölge gibi dünyayı ve her hayrı kendine tâbi kılar. Âhirete çalışan, dünyayı elde eder. Dünyaya çalışan ise âhireti kazanamaz. zîrâ âhiret hakikat, dünya haleftir. Ağacı kökünden götürürsen, gölge de beraber gelir. Âhirette ne varsa, dünyada onun misali vardır. Eğer olmasa âhiret yalan olur. Dünyada ne varsa, âhirette onun misali vardır. Eğer olmasa dünya yalan olur. Teyemmüm abdestin halefidir, dünya da âhiretin.
    TALEBELERİNE VERDİĞİ EHEMMİYET
    — Ben şu denî dünyayı, evlâtlarımın kirli tırnağına değişmem,
    — Sizler, Allah'ın memuru, peygamberin memuru, dinin memuru, kitabullâhın memuru, füyüzât-ı ilâhîyi tevzi memurlarısınız.
    —Allah'ın zâtını, sıfâtını, peygamberin sünnetlerini, dînin, şer'i şerîfin hükümlerini, Allah'ın kitabını bilmeyenlere kitabullahı öğretip, kalblerine feyzi ilâhî aşılamakla memursunuz. Vazifeniz, batağa düşmüş olan ümmeti bataktan kurtarmak. Gaye rızâ-i ilâhîdir."
    ÜNVANINIZ
    — Sizler, El-mücâhid fî-sebilillâh, el-müştâk ilâ cemâlillâh, hüve ünvânüküm, (Ünvanınız: Sizler, cemâli ilâhiye âşık, Allah yolunda mücahitlersiniz), buyururlardı.
    YUNUS EMRE
    Yûnus Emre'den söz eden birine:
    — Yûnus Emre ne yapmış; vahdeti vahdette aramış. Köşesine çekil-miş kendine hizmet etmiş. Biz, vahdeti kesrette (çoklukta), rızâ-i Hakkı halk arasında, halka hizmette arıyoruz. Enbiya-i Mürselîn yolundayız, buyurdular.
    TEK HEDEF
    — Bizim para, pul, mevki, makam, siyaset, politika, kavga ve gürül-tüyle işimiz yok. İstisnasız her müslüman çocuğunu da okuturuz. Bir tek fert geri dönmüşse haber versinler.
    İLİM HAKKINDA
    — İlim, nûr-ı ilâhîdir. İnsan ise kovan. Kirli bir kovanda arının durmadığı gibi, isyan ve zulmetle kirlenmiş vücud ve kalbde de ilim durmaz.
    KORKU
    — Hak'dan korkan, halktan korkmamalı. İşini düzgün yapanın, içi de düzgün olur.
    TEFRİKA
    — Vasiyetim olsun: Tefrikaya düşmeyiniz. Kavmiyet gütmeyiniz. Ehl-i sünnetin gayri olan yanlış yollara sapmayınız.
    HASET
    Nefsin kuvvetli hastalıklarından biri hased olduğu gibi, şeytanın kuvvetli tasarruflarından biri de vesvesedir. Kur'an-ı Kerim'in, tertibinde hased ve vesvese ile nihayet bulması, bu işin ehemmiyetine işaret eder. Habis nefsin bütün arzuları menfaat olup, emel ve arzuların tavanı yoktur. Menfaatperest insanlar, nefsin köleleridir.
    İmam-ı Rabbanî evladları ise, şöyle düşünür: Herkes müslüman olsun, Hak yolunu bulsun. Bizden evvel cennete girsin. Zengin ve âlim olsun. Bizler de Hak yolunda hâdim olalım, (hizmet edelim) derler."
    NEFS
    —"Ana, meme verdikçe çocuk büyüdüğü gibi, nefis de, arzularına uyuldukça büyür. Hatta velî olsa, peygamber olsam der. Nefs-i emmare ancak râbıta ile terbiye olur."
    —" Nefis kepazeliği sever ve kötülük için rehberlik eder. Fransız kâfiri seni cehenneme götüremez lâkin nefs, seni cehenneme götürebilir. "
    HAKİKİ MÜRŞİD
    —"Ağaç nasıl ki, gövdesinden değil de meyvesinden iyi anlaşılırsa, mürşid-i kâmil olan kişilerde, gösterişli zâhir hallerinden değil, meyve ve mensuplarından yani yetiştirdikleri kimselerin güzel hallerinden anlaşılır. Ve bu sûretle kendilerine tâbi olmak, manevî feyzinden her hususta istifade etmek câiz ve sahih olur. Şöhreti arşa çıksa, hakîki mürşidin misâli, meyvesidir."
    BÜYÜKLERİN ÖLÜMÜ
    —"Âriflerin ölümüne üzülmeyin o gâfillerin gözünden kaybolmak içindir. Gâfil olmamaya gayret edin. Vazifede gevşek olanların kulakları Âlem-i emir'den çekilir.
    Meyve veren ağaca kuru denilmediği gibi, eseri devam eden zevâta da ölü denmez.
    Yılanın gömlek bıraktığı gibi, asıl olan cesed değil ruhtur. "
    İMAN BAHTİYARLIĞI VE EMANETLER
    —"Yemin ederim, çocuklar, bu dünyanın en bahtiyar insanlarısınız. Daha size bazı şeyleri vermeyecektim. Amma benimle kara topraklara gitmesinler diye veriyorum. Bu civardan geçen bütün aktâb-ı kirâm, üzerlerindeki emânetleri, bugünün merkezine bırakmadan geçmediler. Çünkü geleceği biliyorlardı."
    NEME LAZIMCILIK
    —“Her koyunu kendi bacağından asarlar” sözü yanlıştır. Dinimizde neme lâzım demek yok; bana lâzım demeli."
    DİN VE DÜNYA MENFEATİ
    —"Dini dünyaya âlet eden hocalar, halkı kendilerinden soğuttu. Bir şey alır da para vermez diye, esnaf bunlara yüz vermez ve kaçar hâle geldi. Siz öyle olmayın. Maddeyi mâneviyata karıştırmayın."
    YEMEKTE NİYET
    —"Yemek yerken, su içerken ibâdet için kuvvet olsun ya Rabbi diye, Mevlâ'nın huzuruyle olduğunu düşünmek lâzım.
    EMİR VERMEK
    —"Emir vermeye alışmayın. Ben validenizden su dahi istemem. Emir vermekle sözün ruhu ölür. İhbar, emirden daha müessirdir. Misâl: "Benim oğlum sigara içmez değil mi?" gibi."
    OKUMADA GAYE
    —"Okuyup ne olacaksın? diyenlere, şöyle cevap vermeli: Öğrendiğimle amel edeceğim. İlmimi ikmâl edip de vazife verildiği vakit, batağa düşmüş olan ümmeti bataktan kurtarmayı vazife bileceğim. Ve rızâ-i ilâhiyi kazanmaya çalışacağım.
    Zâhirî ilim, melekler arasında bulunup cennet ve cehennemi bilfiil gören şeytanı dahi kurtaramadı. zîrâ ilmi gırtlaktan yukarı kafada kalmış, kalbine inmemişti. Kıyas-ı fâside ile "Ben ateşten, Âdem ise topraktan halkolundu. Ateş şereflidir. Âlâ ednâya secde etmez." dediğinden, rahmet-i ilâhiden ebediyyen mahrum oldu."
    AMELSİZLERİN DÜŞMANLIĞI
    —"Amelsiz ilimde hayır olmadığından ehli ihlâsa hasedleri sebebiyle hasım olurlar. İlimleri Kur'an ilmi, güzeldir; lâkin amel etmediklerinden fayda yerine zarar verir. Cehenneme götürür. Ve aleyhinde şehadet eder. Ehli ihlâsa muhalefetleri, feyz-i ilâhiden mahrum ve nefs-i emmâreye mağlubiyetlerindendir. Böyleleri dokuz hac yapsa, Rasûlüllah dokuz defa kovar. Ve:
    — Ümmetin irşadı için dokuz kuruş vermez, bu yolda dokuz bin harcarsın. Defol, sana farz olan şey, cehennem yolunu tutmuş olan efrad-ı ümmeti kurtarmaya çalışmaktır. Cephe bozulmuş, cihad umûma vacib olmuş. İlim tahsili farz-ı kifâye iken, bir miktar âlim kâfi idi. Şimdi düşman evimize kadar hulûl etmiş, bütün aile ferdlerini ifsad etmekte, hak yoldan sapıtmakta. İlmî cihadın farziyet ve zarûretini anlamak lâzım. Çoluk çocuğu başıboş bırakarak ateşe terkedip de buralara gelmek, rızâ-i ilâhiye muvafık değildir, diye Rasûlüllah (s.a.v.) kovar."
    ENEL HAK SÖZÜ
    — "Hallâc-ı Mansur'un "Enel-hak" demesi (Ben hakkım) demek değil, (ene alel hak) ben hak üzereyim, mânâsındadır. Kur'ân-ı Kerim ve hadîs-i şerifte te'vilât yapıyoruz da evliyaullahın sözünü neden hüsnü te'vil etmiyoruz?"
    SALEVATIN MANASI
    —" Rasûlüllah'a salavât-ı şerife getirmek: O zaten rahmetle dolu. Dolu hazineden taşıp birçok itibar ve bereketlerle bize döner."
    İMAMLIK
    —" Fâsık ve fâcirin fıskı, itikadda değil de amelde ise, imâmeti câiz-dir. zîrâ mihrabın kerâmetiyle, günahları üzerinden alınır. Tekrar günah işlemedikçe iâde edilmez. Eğer tekrar işlerse, merkebin semeri gibi diğer günahları ile birlikte bindirilir.
    Fıskı, itikadda ise imameti câiz olmaz. Bozuk makineden düzgün kumaş çıkmaz."
    DÜNYA MALI
    —"İnsan gölge peşinde koşmaz. Dünya gölge gibidir. Nasıl güneşe karşı gidilse, gölge seni takip eder, peşini bırakmazsa; güneşe arka çe-virirsen, gölge öne düşer, ne kadar koşsan yetişip yakalamak kaabil olmaz. Hakka dönüp (gölge misâli dünyayı) kendine tâbi kılmalı..."
    VAHDETİ VÜCUT
    — "Size ta'lim edilen Hak yolundan ayrılmayın. Vahdet-i vücud ve sair nuru sönmüş tarîklere aslâ rağbet etmeyin.
    KERAMET
    —" Her hâli kerâmetü'n - nebi olan yolumuzun gayrisinde, hiçbir kâr ve kerâmet aramayın."
    Ya Rabbi kalb gözümü açıp da beni perişan etme diye, duâ etmeli."
    DİN İLMİNDE İHMAL
    —" Hiçbir zaman, his ve tecrübeden ibaret olan, ulûm-i müsbeteyi, ulûm-i ilâhî üzerine tercih etmeyin. Sizler, Allah'ın memuru, Peygamberin memuru, Din-i mübin'in memuru, Kitabullahın memuru, füyüzât-ı ilâhiyye'nin tevzi memurusunuz. "
    "Vazifeniz, batağa düşmüş olan, ümmeti bataktan kurtarmak. Gaye rızâ-i ilâhîdir. Buraya kadar getirdiğimiz emaneti ve kıyamete kadar devam edecek olan ulûm-i ilâhînin devamı, sizlerin uhdesindedir. Bu işi ihmal edip vazife yapmayanların, kıyamet günü on parmağım yakasında olacak. "Rütbesi yüce olan bu işin, mes'uliyeti de büyüktür.
    "Şimdi üç kişi olduğuna bakmayın; yarın 30, daha sonra yüzbinler olacak. Bu asırda ilim bizim elimizden intişâr edecek. Bu, Cenâb-ı Hakk'ın takdiri, Peygamberân-ı izâm ve Evliyâ-i kirâm'ın kararlarıdır."
    RIZIK MESELESİ
    —" Rızka değil, Rezzâk'a bağlanmalı. Sebebe bağlanmak, sebebin sahibi olan Cenab-ı Hak'tan uzak kılar.
    RABITA
    —" Rabıtada geçen zaman ömre sayılmaz. Ömür dünya ile ölçülüdür. Râbıta ise uhrevîdir."
    —" Aklın inkişâfı için, râbıta ve zikr-i kalbî, zarûrîdir."
    NAMAZLARDA REKAT TAHSİSİ
    — Namazlarda, iki rek'at, dört rek'at diye tayin etmemeli. Cenâb-ı Hakkın kaç rek'at mükâfat vereceği belli olmaz. İki rek'ata iki bin rek'at, dört rek'ata dört bin rek'at ve daha fazla sevabı verebilir.
    MEHDİ
    — "Mehdî bizim usûlumuz üzere gelecek, şimdi o devirdeyiz."
    ALEMİN BOZUKLUĞUNUN SEBEBİ
    — "Biz iyi olursak her şey iyi olur."
    KERÂMET — "İmam-ı Rabbâni Hazretleri. İrşad için gönderdiği halifesinden gelen haberde:
    "Burada bir müstedric var: Havada uçar, suda yürür, bir anda bir şehirden bir şehire varır. Halk peşinde" diyordu.
    Cevap verdiler:
    — Havada uçmak marifet ve kerametse, pis sinekler, karga ve çaylaklar da uçuyor. Suda yürümek kerametse, pis kaplumbağalar, yılan ve çıyanlar, hem dibinde, hem yüzünde yürür. Bir şehirden bir şehire gitmek kerametse, iblis ve ifritler de bir anda doğudan batıya giderler. Böyle şeylerin hükmü yoktur. Hakîki keramet: efrad-ı ümmetin kalbinde nuru imanı tutuşturmaktır."
    alıntı: http://www.unitedamericanmuslim.org/suleyman_hilmi_tunahan.php

      Forum Saati Paz Kas. 24, 2024 2:03 pm